Tuesday, August 11, 2015

GELECEĞİME..

Bu bahçe çok yalancı baharlar gördü.

Evvel bahar geldi, sonra sonbahar,
Her filizlenen çiçek hazana gebe kaldı.
Yaşanmadı gönülce bir bahar...
Gelmedi belki de gönlüme nevbahar.

Yalancı baharlarımı geçtim sevdiceğim,
Zararlı otları temizledim bu gönül bahçesinden.
Sevgi tohumları diktim acı çeken toprağa,
Geleceğin güne,
Bilinmeyen bir bahara hazırla(n)dım

GEL ARTIK SEVDİCEĞİM

BURDA HERŞEY SENİ BEKLER



Ne geçti eline?
Yakıp yıktığınla kaldın.
Hem kendine, hem de günahsızlara kıydın!
Verdiğin zararın sana ne faydası oldu?
Kullanılıp atıldın sen de...
Seni hiçe saydılar da,
Sen nasıl masumları hiçe sayabildin?
Senden önceki ahmaklar gibi sende yok olup gittin.
Neyi değiştirebildin?
Biz yine burdayız...

Ayaktayız!
Bu düşünceye, seni kullananlara ve en çok da sana YAZIKLAR OLSUN...!



Bu yıl beşincisi düzenlenen bir organizasyondan bahsetmek istiyorum, Türkçe olimpiyatları. Görülmeye değer, duygu dolu anların yaşandığı bir organizasyon bu, dünyanın dört bir yanından 100 farklı ülkeden gelen pırıl pırıl çocukaların bizim dilimizi konuşması, bizim dilimizde, bizim şarkılarımızı söylemesi, bizim halk oyunlarımızdan gösteriler sunmaları, bizim şiirlerimizi, bizim duygularımızla okumaları gerçekten çok gururlandırıcıydı. Milliyetçilik budur dedirtiyor insana... 



Yarışmacılar, büyük fedakarlıklarla yurt dışında açılan Türk okullarında yetişen öğrenciler. Onları yetiştirenler ise keza ülkesine gönül vermiş fedakar öğretmenlerimiz. Herşeyini Türkiyede bırakıp bir amaç uğruna tanımadığı bir kültürde sevgi tohumlarını eken, çektiği bütün sıkıntılara rağmen pes etmeden kutsal saydıkları görevde bir offf dahi demeden, azimle, kararlılıkla yollarına devam eden öğretmenlerimiz, belki de çoğu burada kalıp çok rahat bir hayat sürebilecekken bu meşekkatli yolu seçti...


Biz hâlâ, kendi içimizde alt kimlik- üst kimlik tartışmaları yapmaya devam edelim, birilieri dünyanın dört biryanında farklı yüzlerce kimliği sevgi çatısı altında toplama çabasında....

Biz hâlâ dilimizi yıpratan, konuşurken de yazarken de hiçbir zevk vermeyen, uyduruk ve bir o kadar yapay kelimelere teslim edelim, birileri güzel türkçemizi dünya dili haline getirme çabasında....

Biz hâlâ kendi vatanımız için bir fidan yetiştimeyip, milliyetçilik propagandası yapalım, bırakın fidan yetiştirmeyi, fidanlarımızı yakıp yıkalım, hatta binlerce fidanımızı renginden, kültüründen, konuşmasından, giyiminden, başörtüsünden, okulundan dolayı bahaneler bulup yaşam alanlarını kısıtlayalım, büyüyüp filizlenmelerini önleyelim, birileri dünyaya sevgi tohumları ekip binlerce fidan yetiştirme çabasında.... 


Biz hâlâ bayrağımızı kongrelerinde ve her yerde indirmeye çalışan vatan hainlerine göz yumalım, birileri bayrağımızı dünyanın dört bir yanında dalgalandırma çabasında....

Biz hâlâ mitinglerle kendinden olmayanı öteki ilan edelim, birileri kendinden olmayanları da sevgiyle kucaklama çabasında....

Biz hâlâ hepimizle başlayan sloganlar atıp, farklı kimlik arayışına girelim, birileri hepimiz kardeşiz, hepimiz insanızanlayışı etrafında topla(n)ma çabasında...

Biz dediklerim bu çabanın da karşısında durmaya da devam edip dursun, fidanlar meyvelerini çoktaaan verdi...




Akşam saatleri, Eminönün'den eve gidiyorum. Otobüsün ortalarında, karşılıklı oturulan ikişerli koltuklarda 20 li yaşlarda 3 genç canhıraş bir şekilde bir birleriyle konuşmaya, anlaşmaya çalışıyorlar. Uzaktan onları gören kavga ettiklerini çok rahat düşünebilir. Çok ateşli bir konuşma yapıyorlar. Kısa sürede sağır ve dilsiz olduklarını anlıyorum. Uygun bir yerde ayakta duruyorum. Ayıp olmasın diye gözlerimi onlardan sürekli kaçırıyorum. Hiç sağır ve dilsiz görmemiş gibi onları izleyenleri de içimden kınıyorum, fakat okadar şiddetli hareketler yapıyorlar ki konuşurken elleri, dudakları, gözleri her yerleri son derece şiddetli hareket ediyor. Dışarıyla ilgilenmeye çalışırken sürekli gözüm onlara kayıyor.

İçimden, şükrediyorum, Allahım bizim hiç önemsemediğimiz bir fiili gerçekleştirmek için ne kadar çok çaba sarfediyorlar, rabbim kimsenin başına vermesin vs.... Bu mülahazalarla ilerliyoruz.

Derken gençlerin yanına yaşlı bir kadın oturuyor. Kadını tarif edeyim kısaca : Üstü başı, eli yüzü kir içinde üzerine giydiği şeyler kirden adeta siyaha dönmüş. Uzun uzun tırnaklarından kimsenin ona bakmadığı anlaşılıyor. Belliki sokakta kalıyor 65-70 yaşlarında kimsesiz ama dilenci olmadığı da her halinden belli. Kadın oturduktan 1 dk. sonra yanında oturan ve diğerlerine göre daha sevimsiz duran çocuk çok ani bir hareketle yerinden fırlayıp, dudaklarıyla da elleriyle de "ben burada oturamam, çok pis kokuyor, lanet olsun" deyip yerinden fırlıyor. Direkt kadının yüzüne karşı rencide edici bir şekilde yapıyor bütün hareketlerini. Şaşırıyorum. Burası bir belediye otobüsü...

Yerinden kalkan çocuk yaşlı kadına öyle davranıyor ki sanki onu sağır ve dilsiz eden de o kadın. Öyle öfke ve kin dolu... Ayakta durmaya başlıyor, fakat yine şiddetli el ve mimik hareketleriyle kadını aşağılamaya devam ediyor. Kadının akli dengesi belki yerinde belki değil bilemiyorum ama hiç tepki vermiyor. Gülen gözlerle o çocuğa bakıyor ama gözlerindeki bakış anlamlı, sanki ona kendisini aşağıladığı için hiç kızmıyor ve kendi kendisine bakamayacak kadar yaşlı olduğunu ve bütün bu olanların bundan dolayı olduğunu anlatıyor...

Çocuğun kalktığı yere güzel giyimli orta yaşlarda bir adam oturuyor. Kadına hiç aldırış etmiyor fakat rahatsız da olmuyor gibi görünüyor. Neyse yolda devam ediyoruz. Bir durak sonra kadın güçlükle yerinden kalkıp iniyor. Kimin yanından geçse herkesin yüzünde "ıııyyyy" ifadesi beliriyor. Ben çeşitli düşünceler içindeyim, fakat yorumlarım hep içimde...

Kadın indikten sonra boşalan yere orta yaşlarda bir bayan oturuyor. Bu esnada diğer 3 çocuk hala kadın hakkında konuşuyor. Şoföre kızıyorlar, çok çirkin hareketlerle neden bunları otobüse aldığını söylüyorlar. Derken çocuklara orta yaşlı bayan da katılıyor. Bayanın katıldığını gören ve şimdiye kadar tepkisiz kalan güzel giyimli adam olaya dahil oluyor. İnen yaşlı kadını kınarken her haliyle yanında oturan orta yaşlı bayana kur yapıyor. Amaç belli. Kimse kendinden olmayanı kabul edemiyor... ve yol devam ediyor....




Bu nasıl bir yürek yanmasıdır? geride kalanların acısı tarif edilebilir mi?
Şehit binbaşının naaşının hava alanında bir kamyonetle taşınması olayı bütün basında. Bazı haberler maksadını aşsa da, yiğidim aslanım böyle karşılanmamalıydı. Kısa mesafeye de gidecek olsa, saygıda kusur edilmemeliydi... Bayrağa sarılı tabut ve yanında üç valizi ne kadar manidardı...
Madem tören düzenlemeyecektiniz, 5 tane askeri gönderip uçaktan aldırmayacaktınız, bize söyleseydiniz. Biz gider başımızın üzerinde taşırdık...
Beş para etmez adamın biri ülkemize gelir önüne kırmızı halılar serilir, hava alanı ayağa kaldırılır, yiğidim gelir saygıda çok kusur edilir çoooook...
Neyse bu ara şehitleri kullanmaya kalkan, onlar üzerinden prim yapmaya çalışan o kadar çok adi, insanlıktan nasibini almamış var ki bu konu yüreğimizde kalsın... 



Haberleri dinliyorum bir halk röportajı sokaktaki vatandaşın nabzı derlerya o cinsten, soruyorlar hangi parti ve neden?
Verilen cevaplara gülelim mi ağlayalım mı bilmiyorum, bir de şu vardır : “Bu seferde bunu deneyelim, bakalım ne olacak?”
Ulan bu deneme tahtası mı? sen denemeden kimin ne mal olduğunu anlayamıyor musun?ya denerken verdiğin zarar? hiç hesap kitap bilmez misin?
Eskiden yıl içinde bütün zamanını irtica tehdidi çığırtkanlığıyla geçiren siyasiler seçim meydanında bol keseden dini duyguları sömürüyorlardı. şimdi de hemen hemen aynı şeyler oluyor. Mantık hiç değişmiyor mutlaka siyasi iktidarı yıpratacak bir yön bulunuyor. Bulunuyor bulunmasına ama bunu şehitlerimiz üzerinden yapacak kadar adileşmeseler.... Her şeyin faturasının ak partiye kesilmeside bana komik ve üzücü geliyor, yakında atılacak gazete manşetlerinden bir kaç örnek vereyim :) : Anadolu'nun filanca köyünde düşen yıldırımın ve telef olan koyunların tek sorumlusu olan ak parti basın sözcülüğü aracılığıyla açıklama yaptı... flash.... flash....flash.... Arkadaşlarıyla oynarken ayağı kayıp düşen çocuğun ayağı kırıldı. Acılı baba ak parti hükümetinden bunun hesabının nasıl verileceğini sordu?.... Küresel ısınmanın sorumlusu ak parti yönetimi, soruları cevapsız bıraktı... İstanbula artık yağmur yağmıyor. Ak parti hükümetinden önce yağan yağmurlar şimdi neden yağmıyor? sebep çok açık : Ak parti....


Zaman gazetesinin yorum sayfalarında Cem Kızıltuğ, Osman Turhan ve Dağıstan Çetinkaya imzalı karikatürler vardır. Açık söyleyeyim gündemi de takip etmeme rağmen ben birçoğunu çözemiyorum. Bir gün gazeteye mail gönderdim. Dedim ki : İyi güzel de bir de açıklama koysanız şu karikatürlere, adamlar hiç tınlamadı bile. Sonradan öğrendim ki bu şahıslar yüksek IQ ile çiziyorlarmış :) demek ki bizimkisi düşük dedim ve geçtim. Hâla bakıyorum. Dakikalarca çözmeye çalışıyorum o karikatürleri... Bugün yayınlanan Osman Turhan imzalı karikatürü buraya koyuyorum şimdi siz buna bakıp bunumu anlamıyorsun Gökhan diyebilirsiniz? ben de bir de diğerlerine bakın derim :)





Bir de sabahta hepimizin bildiği Salih Memecan var ki bana göre müthiş. Hem esprili yönüne hem de olayları yorumlamasına bayılıyorum. Konuyla ilgili birkaç karikatürde ondan koyuyorum.



17-06-07 pazar günü babalar günü Türkiye'de haziran ayının 3. pazar günü kutlanan bu gün, anneler günü kadar olmasa da önemli bir gündür. En azından benim için büyük önem arz etmektedir. Bu vesile ile babalar gününüz kutlu olsun. Hediye işini ihmal etmeyin. Hediye almasanız da karşısına geçip "Seni çok seviyorum" demeniz inanın o gün bir çok şeyi olumlu yönde değiştirecektir. Bunun garantörü benim :)





YUKARIDA BAŞLIKTA YAPTIĞIM GÜLÜCÜK İŞARETİ MUTLULUĞUMUN SİMGESİ OLSUN.

HAYATIMIN SON BİR HAFTASINDA BİR MUCİZEYLE KARŞILAŞTIM DÜNYANIN EN MUTLU İNSANIYIM DERLERYA ALIN BENDEN DE O KADAR....

ALT YAZIDA YAPTIĞINIZ YORUMLARA CEVAP VEREMEDİM AMA,

HÜZÜNBAZ; SEREFRAZ; DOĞU; OPTİO; GAMZE; FİKRİMİNİNCEGÜLÜ; PSİKOPAT; TÜLAY; GÜLOŞ; BİTTER MELİSH HEPİNİZE AYRI AYRI TEŞEKKÜR EDERİM.

VE

SANA

ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM..... İYİ Kİ VARSIN....

BEN BİR MÜDDET BURALARDA OLMAYACAĞIM. DÖNDÜĞÜMDE İNŞALLAH KALDIĞIMIZ YERDEN DEVAM EDERİZ.

KALIN SAĞLICAKLA